Acısıyla tatlısıyla bir yılı daha geride bıraktık, 2010, hafızamda derin izler bırakan bir yıl olarak, tarihime adını altın harflerle yazdırdı desem yeridir. Bunun böyle olacağı zaten 2009’un kapanışından belli idi. 2009’un son haftasını annemin ayak kırılması ile kapatmıştık. 70 yaş üzeri bir insanın, artı annem gibi 7/24 gezebilme potansiyeline sahip birinin başına gelebilecek en kötü durumlardan biriydi bu. Sonra 2010’u karşılamam da hayatımın en ilginçlerindendi, saatler gece yarısını gösterdiğinde, Sultanahmet Meydanı’nda Ayasofya ile Sultanahmet Camisi arasında yer alan meydandaki banklarda oturmuş, havai fişek gösterileri altında dua ederek yeni yılı karşılamıştım. Her zamanki gibi, kendim, ailem ve tüm sevdiklerim için “herşeyin hayırlısı”nı dileyerek yeni yılı girmiştim.
Yeni yıl, şirketteki değişimler, bir çok arkadaşımızın bankaya nakli, bir takım belirsizliklerin getirdiği sıkıntılarla boğuşarak başlamıştı. Bir yandan bu gelişmelerin yarattığı maddi ve manevi baskılar, bir yandan son dönemine girdiğim ve proje aşamasına gelen ekonomi hukuku masterımın yükü derken oldukça yoğun ve yıpratıcı bir ilk çeyrek hatırlıyorum. Bu dönemi taçlandıran tek olay ise, terfi ederek Denetim Grubu Başkanı olmamdı. Bir nebze olsun yüzümüzü güldüren bir olaydı bu, aslını isterseniz ailem ve çevrem benden daha çok sevindiler bu duruma diyebilirim. Ben olayın hammaliye kısmında olduğum için, eşek yine aynı eşek deyip olayı abartmamayı tercih eden taraf oldum… Sadece kendime terfi hediyesi olarak Sigara’ya elveda dedim ve en büyük kazanımım da bu olduJ
Yılın ilk yarısına iş stresi, ailevi hastalıklar, okul stresi, doğumlar, ölümler damgasını vurdu tabi. Yakın dostumuz Eser Tümen’in kaybı bizleri derinden üzerken; değerli dostlarım Nilgül - Nazif’in Ömer Efe’sinin ve Berna - Murat’ın Dilara’sının dünyaya gelişleri, yüzümüzü güldüren ve yaşama dair umutlandıran gelişmelerdi. İşte yaşam böyle bir şey; hastalıklar, ölümler, doğumlar, evlenmeler, boşanmalar, küslükler, barışmalar hepsi bizler için, hepsi birer gerçeklik…
Yılın ilk yarısı bittiğinde, mezuniyet projesini oldukça cefalı geçen, geceli gündüzlü çalışmalar sonrasında atlatabilmiş olmanın verdiği haz ve mutluluk ile tatile çıkmayı hak etmiştim…Yıllık iznimi kullanmak ve kuzenimin düğününe katılmak üzere Samsun’a gittim. 2010’un en büyük sürprizlerini asıl yeni yeni hazırladığını nereden bilebilirdim ki…
Samsun’a vardığımda annemin artık yavaş yavaş toparlandığını görmek sevindirici bir gelişmeydi. Ancak hayretle karşıladığım bir durum vardı ortada, babam birkaç ay önce bıraktığım insan değildi. Sanki Babam gitmiş, yerine bir Dede gelmişti. Hayatımda ilk defa hiçbir hastalık yakıştıramadığım insanı, böylesi ağırlaşmış ve durulmuş görmenin şokunu üzerimden atamadığımı hatırlıyorum. Babam her zamanki gibi klasik Samsun, Çarşamba, Sanayi turlarımda ve çiftlik ziyaretlerimde benimleydi. Ama son derece farklı bir insan olarak, o her gittiğimiz yerde 10 dakikadan fazla duramayan canı tez adam gitmiş, bıraktığın yerden kalkmayan, sen ne dersen onu dinleyen mülayim bir adam gelmişti. Nerden bilebilirdim bu seyahatlerimizin onunla yaptığım veda ziyaretleri olduğunu...
Ablamı ve yeğenlerimi de alıp İstanbul’a dönmeye hazırlanırken içimde çok tuhaf bir his vardı. Bir yandan, hem annemle hem de babamla en az evlatları ile ilgilenir gibi ilgilenen İnanç’ın, biraz olsun kafasını dağıtması için İstanbula getirmek isteğinde; bir yandan da babamı bu halde bırakıp gelmemesi gerektiği düşüncesinde idim. Dönüş programımıza bir gün kala, babam da zaten bizleri göndermemek üzere yaptığı o acı planı devreye sokmuş; son 5 yılını alzheimer denen illet ile mücadeleyle geçiren babam, hazır tüm sevdikleri bir aradayken veda etmeyi aklına koymuştu. Yoğun bakım ve servis dahil sadece 5 günde her zamanki tezcanlılığıyla bizleri terk edip gitmişti babam…
İnsanın ebeveynleriyle arasında yaş farkının çok olmasının ne demek olduğunu bizzat yaşayarak öğrenmiş birisiyimdir. Eskiden bu durumun daha çok olumsuz yönlerine konsantre olduğumu itiraf etmek isterim. Ancak gelin görün ki, hayata akranlarından daha olgun bakabilmeyi becermek ve erken büyümek zorunda olmak gibi bir tecrübe kazandırdığı da bir gerçek.
Ölüm gerçeğini, daha çok küçük yaşlarımda idrak etmiş, fazlasıyla kanıksamış birisi olmama rağmen, babamın kaybı hala kabul edilebilir bir durum değil bende. 1 Temmuz 2010 sabahı saat 04:00’de baban fenalaşmış diye beni arayan Levent’in sesi nasıl kulaklarımdan gitmiyorsa, o gün bugündür de babam aklımdan çıkmıyor…
2010’a girerken babam için ettiğim duada herkes gibi onun için de hakkında hayırlısını dilemiştim. Dualarım kabul olmuş ki, 81 yıllık ömrünü dimdik ayakta yaşayan, hiç kimseye muhtaç olmadan yürüten ve nihayetlendiren bir insan oldu babam. Bizlere ailesi ve evlatları olarak sadece birer gece hastane macerası yaşattı ve gitti… Nur içinde yat babacım, ben senden öğrendiklerimle, hayatıma adam gibi adam olarak devam ediyorum… Dilerim bizler de bundan sonra senin gibi dik yaşar dik ölürüz…
2010’un en derin iz bırakan olayı hiç şüphesiz babamın kaybı oldu benim için. Sonrasındaki yalnızlığım, kalabalıklar içerisindeki yalnızlığım, her kayıptan sonra hayatı sorgulayan yanımla, kendimle başbaşa kalma isteğimin tavan yaptığı bir döneme girdim. Bekar ve yalnız olup da benim kadar yalnız kalmayı özleyen başka bir insan var mıdır bilmiyorum. Yaşanılan zor süreçlerde insan en değer verdiklerini yanında görmek istiyor. Çok şanslıyım ki, ben hepsi ile bu süreçlerimi atlatabilme fırsatını yakaladım. Arada fireler oldu tabiki de ama, onlar da kalbimizde ve hafızamızda unutulmayanlar arasında yerini aldı.
Malesef, hayatın gerçeklerinden olan ölüm ailemizi, yakınlarımızı, çevremizi yalnız bırakmadı. Yılın son çeyreğine çok değerli dostumuz, yakışıklılar yakışıklısı Hakkı Yılmaz ağbimin; çok genç yaşta evlat acısını da gören ve Cino’suna kavuşmak için acele eden kuzenim İlhan Semizoğlu’nun ve değerli iş arkadaşım Berna Akdağ’ın ağbisi, akademisyen Bülent Akdağ’ın zamansız terkedişleri damgasını vurdu. Bir icmal yaptığımda, gelenler gidenlerden az olduğuna göre bu sene hakikaten üzücü bir yıl olmuş diyebilirim…
Neyse, gelen gideni aratmaz umarım… Gidenlere gittikleri yerlerde ışıklar içerisinde bir yaşam diliyorum… Kalanlara ise, ruh ve beden sağlığı…. Gerisi cidden boş, hem de bomboş…